02.04.2018 – Gölcük Haber Gazetesi
Sorunlu Gazetecilik
Anlatmaya devam edelim; bizimki böyle bir meslek işte.
Hani çocuk işsiz kalmış ya: ‘Hiçbir şey olamadı, bari gazeteci olsun’ tipindekilere bile şans verenlerden.
Şaka değil, birgün içeri birisi girer. İş ister.
“Tanıyalım seni” dersin; (…)
“Daktilo bilir misin?” -Yok,
“Eğitimin…” – ‘Şey’den terk!’,
“Hedefin…” – ‘Ne iş olsa yaparım’,
“Ya vizyon…” ‘Pardon!’ der…
Sonra ekler: “Ama cesurum!”
Gerçekten böyledir. Öylesine cesurdur ki, kimi işyerlerinde bir yerden başlar, biraz mürekkep yalar, biraz çene çalar, şu, bu derken, oturur masaya, yazmaya başlar.
Ancak sorun şu ki yazamaz bile, çünkü yeterince Türkçe bilmez. Yine de ayrı de’ler, da’lara takılmaz… Ki’lerle ilgisi olmaz. Zaten konuşur gibi yazmak en doğrusu değil mi?
Yanındakinden, şundan, bundan yardım ister. Muhabir olamasa da muhbir olur. İnanın mevcut basınımızda bile fazlasıyla örneği vardır. Bir bakarsın ki yıllar geçmiş, ayakta kalmış, müdür vs olmuş ve hatta kendi işini kurmuş, yani ‘başarmış’ bile…
Çünkü dedik ya cesurdur, çünkü mesleki ahlak yerine, kendi ahlakının sınırlarına uyar… Yani aslında başarmak için hiçbir sınır tanımaz. Onun için öncelik kendisidir, egosudur, isteğidir, arzusudur…
Sonra oturur ‘fark edilmek’ için başlar ‘döşenmeye’… En güzel sözcük budur, bu arkadaşlar için. Çok iyi döşenirler… ‘Allah Allah ne oluyor?’ dersin. Bu arkadaş neden bu kadar saldırır, hak, hukuk bilmez. Toslasa bile vız gelir. Ama devam eder. Yeter ki günün moda eğilimlerine göre bir hedef bulsun, hedefine fokuslansın…
Üstelik
Güç’e boyun eğer, ilişir…
Güç oldum zanneder verir, veriştirir.
Ali Cengiz oyunlarına girer, O’nu buna, Bu’nu O’na…
Arada bir dayak yer, biraz susar, sonra unutturur beynine, yeniden başlar…
Hangi meslekte vardır böyle bir şans. Yoktur ve aslında olmamalıdır da… Ama bizde kısıt yoktur, kota yoktur, eğitim şartı yoktur, aslında hiçbir şart yoktur.
Berber olsan bir eğitimin olmalı, torna ustası aynı, inşaat ustası aynı, araba tamircisi aynı, itfaiyeci aynı, öğretmen desen tartışılmaz. Hele kaptan, avukat, doktor, asker, polis, subay… Öyle ya hepsinin bir uzmanlık alanı vardır.
Peki iş gazeteciliğe gelince… Bu meslekte sorun yok; serbest bölge gibi! Her isteyen girebilir, her isteyen olabilir.
Bir bakarsın yazı yazmış, döşeniyor, bir bakarsın televizyona çıkmış, döşeniyor, bir bakarsın konuşuyor, yine döşeniyor…
Kimse zannetmesin ki kapıları kapatalım; yok böyle bir önerimiz. Ancak bir gariplik olduğu da ortada… Zaten meslek yanar, döner, çalışanı niye yanıp dönmesin!..
Basın Ahlak İlkeleri diye bir şeyler var ama işin toplumsal ahlak gibi meslek ahlakı da değişiyorsa ne yapacaksın?
Örneğin 70’li yıllara kadar Türk basınında haberlerde şirket ismi geçmezmiş. Şirket dedin mi ‘öcü gibi bir şey’ yani.
O zamanlar gazetelerin gelir kaynaklarının neler olabileceğini ayrı bir yazıda işleriz. Ancak yanlışlıkla sayfaya bir şirket haberi düşüren muhabirin, sayfa sekreterinin, yazı işleri müdürünün geleceğinin ne olabileceğini siz düşünün.
Her neyse konumuz o değil, işin ahlakında da değişiklik olabileceğine göre; yani televizyonlarda spor yorumcularının argo ve hatta küfürlü konuşabildiklerini gördüğümüzde, gazetelerin de en azından köşe yazılarında böyle bir özgürlük alanı çoktan açılmış demektir.
Yani derdimizi anlatmak için Türkçe yetmiyor da, ‘sokakta bile duymak istemediklerinizden’ alıntılar yapıyorsak, bir gazetecinin birkaç yerden ücret, telif vesair paralar almasında, başka çıkarlar kabul etmesinde, hakaret etmesinde, hukuk tanımamasında, kendini sorumlu görmemesinde, pervasız olmasında, yazarken korktuğunun ya da çıkar sağladığının dışında bir sınır tanımamasında ‘ahlaken’ bir sakınca olmamalıdır!
O kendini gazetecilik yapıyor zannetmektedir, işin ilginci insanların bir çoğu da O’nu gazetecilik yapıyor zannetmektedir.
Çünkü bu sorunlu gazeteciliğin iş tanımı çoktan erozyona uğramıştır.
Yaa! Sadece gazetecilik mi böyle? dediğinizi duyar gibiyim. Ne yapalım ben, benimkine bakıp, bir anlamda özeleştiri yapmaya çalışıyorum.
Tabii ki meslek adına üzüyor…
“Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu
Birinciliği beyaza verdiler.” demiş ya Özdemir Asaf…
Bizimki de onun gibi bir şey işte…